top of page

Sinir Sistemi Regülasyonu Ne Demektir?

ree

Regülasyon kavramı, son yıllarda psikoterapi, travma çalışmaları ve sinirbilim alanlarında en sık tartışılan başlıklardan biri haline gelmiştir. Ancak gündelik dilde “stresi yönetmek” ya da “sakin kalmak” gibi ifadelerle indirgenen bu kavram, aslında insanın biyolojik, duygusal ve ilişkisel varoluşunun temel bir işlevini tanımlar.

Sinir sistemi regülasyonu en basit anlatımla, organizmanın uyarılma düzeyini uyaranın niteliğine uygun biçimde esnek şekilde düzenleme kapasitesidir. Bu denge, hem fizyolojik süreçleri (kalp atışı, solunum, kas tonusu) hem de duygusal tepkileri kapsar. Dolayısıyla regülasyon, yalnızca “rahatlamak” değil, öfke, utanç, korku veya panik gibi yoğun duyguları da taşıyabilmeyi içerir.

Pat Ogden’in Sensorimotor Psychotherapy yaklaşımında sık kullanılan “tolerans penceresi” (window of tolerance) kavramı, duygusal sorunların regülasyon kapasitesiyle ilişkisini anlamak açısından kritik öneme sahiptir. Tolerans penceresi, kişinin fizyolojik ve duygusal olarak tolere edebildiği uyarılma aralığıdır. Bu pencere geniş olduğunda insan öfke, üzüntü, heyecan veya kaygıyı taşır, duygulara kapılmadan düzenleyici yanıtlar üretebilir. Pencere daraldığında sistem kutupsallaşır: hiperaktivasyon (panik, öfke patlaması, taşma) ya da hipoaktivasyon (donma, kopma, boşluk hissi) ortaya çıkar.

Kronik utanç ve değersizlik duyguları, çoğu zaman sinir sisteminin dar tolerans penceresiyle ilişkilidir. Allan Schore’un bağlanma nörobiyolojisi çalışmaları, erken dönemde güvenli bağlanmanın sağlanmadığı çocuklarda sağ hemisfer gelişiminin bozulduğunu ve bunun yetişkinlikte kalıcı bir regülasyon kapasitesi eksikliğine yol açtığını göstermiştir. Bu biyolojik temelli zemin, kişinin yoğun utanç veya yetersizlik hissini tolere edememesine neden olur. Regülasyonun duygusal boyutu burada devreye girer: duygunun kendisini yok etmek yerine onu taşıyacak fizyolojik ve ilişkisel kapasiteyi inşa etmek.

Öfke de sinir sistemi regülasyonu bağlamında sık tartışılan bir örnektir. Öfke, birçok durumda sağlıklı bir sınır koyma ve hayatta kalma tepkisidir. Ancak regülasyon kapasitesi düşük olduğunda öfke ya bastırılır (hipoaktivasyon) ya da taşarak kontrolsüz biçimde ifade edilir (hiperaktivasyon). Modern terapi yaklaşımlarının çoğu, öfkeyi kontrol etmeyi değil, onu tanımayı ve sinir sistemi kapasitesi dahilinde taşımayı öğretir. Çünkü baskılanmış öfke uzun vadede psikosomatik sorunlar (migren, kas ağrıları, sindirim problemleri) olarak beden diline geçebilir.

Panik bozukluğu ve yoğun anksiyete atakları da regülasyon penceresinin darlığına dair önemli ipuçları taşır. Panik atağı sırasında sempatik sistem aşırı aktivasyon yaşar, kalp atışı hızlanır, nefes kısalır, kişi ölüm korkusu hisseder. Bu fizyolojik tepkiler bir yandan sistemin hayatta kalma refleksini gösterirken, bir yandan da bedenin tehdidi tolere edemediğini kanıtlar. Sinir sistemi regülasyonu çalışmaları, bu döngüyü daha küçük dozlarda deneyimleyerek aşamalı biçimde genişletmeyi hedefler.

Stephen Porges’in Polyvagal Teorisi, duygusal sorunların regülasyon kapasitesiyle ilişkisini anlamada önemli katkılar sağlamıştır. Porges, ventral vagal kompleksin aktif olduğu durumlarda sosyal bağın güçlendiğini, kişinin daha güvenli ve esnek bir duygusal zemin deneyimlediğini göstermiştir. Özellikle terapi süreci ya da güvenli ilişkiler, regülasyon kapasitesini destekleyen bir “ortak düzenleme” (co-regulation) alanı sağlar.

Regülasyonun duygusal boyutu, yalnızca kriz anlarında değil, gündelik yaşantıda da etkilidir. Örneğin kişinin sevinç, özlem veya yakınlık hissini tolere edememesi, çoğu zaman bağlanma yaralarının bir yansımasıdır. Duygulara alan açmak ve onları taşımayı öğrenmek, sinir sistemi regülasyonunun en temel hedeflerinden biridir. Bu, duyguları susturmak ya da aşırı dramatize etmek yerine, dengeli bir ilişki kurmayı gerektirir.

Yöntem açısından bakıldığında Somatic Experiencing, Sensorimotor Therapy, EMDR, psikodinamik terapi ve şema terapi gibi birçok yaklaşım, regülasyon kapasitesini farklı boyutlardan güçlendirmeyi hedefler. Ancak unutulmaması gereken şudur: Regülasyon bir “teknik” değil, insan organizmasının duygusal dayanıklılığını ve fizyolojik esnekliğini geliştiren uzun süreli bir kapasite inşasıdır.

Bu kapasite geliştiğinde panik anları, öfke taşmaları, yoğun değersizlik veya utanç dalgaları tümüyle kaybolmaz; ancak kişi bu deneyimlerin içinde savrulmadan kalmayı, nefes almayı ve yeni tepkiler üretmeyi öğrenir. Bu da yalnızca biyolojik bir düzenleme değil, öz değer duygusunun ve ilişkisel olgunluğun temellerini güçlendiren bir dönüşümdür.


Duygusal Etiketleme Pratiği

Sinir sistemi regülasyonunu güçlendiren basit bir farkındalık uygulaması

  1. Yoğun bir duygu geldiğinde birkaç nefes alın, oturun.

  2. İçinizden şu cümleyi tamamlayın:“Şu anda hissettiğim ______.”

  3. Sonra bu hissin bedeninizdeki yerini tanımlayın:“Bu his, bedenimde ______ şeklinde duyuluyor.”

  4. Duyguyu değiştirmeye ya da bastırmaya çalışmayın. Sadece tanıklık edin.

  5. 2 dakika boyunca dikkat verin ve nefesin doğal akışını izleyin.


Kaynaklar:

  • Ogden, P., Minton, K., & Pain, C. (2006). Trauma and the Body: A Sensorimotor Approach to Psychotherapy. W. W. Norton & Company.

  • Schore, A. N. (2001). The effects of early relational trauma on right brain development, affect regulation, and infant mental health. Infant Mental Health Journal, 22(1–2), 201–269.

  • Porges, S. W. (2011). The Polyvagal Theory: Neurophysiological Foundations of Emotions, Attachment, Communication, and Self-regulation. W. W. Norton & Company.

  • Thayer, J. F., & Lane, R. D. (2000). A model of neurovisceral integration in emotion regulation and dysregulation. Journal of Affective Disorders, 61(3), 201–216.

  • Lieberman, M. D. (2007). Affect labeling and prefrontal regulation.

Yorumlar


bottom of page