Sinir Sisteminin Duygusal Kimlikle Bağlantısı: Özdeğer ve Regülasyon İlişkisi
- Zeynep Ağartan

- 14 Tem
- 3 dakikada okunur

Sinir sistemi regülasyonundan söz edildiğinde çoğu anlatı, bedensel süreçlere odaklanır. Kas tonusu, nefes paterni, vagal tonus gibi fizyolojik göstergeler elbette önemlidir. Ancak regülasyon yalnızca biyolojik bir denge değil, aynı zamanda kişinin kendini nasıl gördüğüyle, duygularına nasıl yaklaştığıyla ve özdeğer duygusuyla doğrudan ilişkilidir. Bu nedenle sinir sistemi regülasyonu, kimlik dönüşümü ve duygusal olgunlaşma olmadan kalıcı hale gelmez.
Özdeğer, bir insanın kendisini değerli, yeterli ve hayata ait hissetme kapasitesidir. Birçok terapötik yaklaşım özdeğeri bilişsel inançlarla sınırlı bir mesele gibi ele alır: “Ben değerliyim” düşüncesini tekrar etmek ya da olumsuz otomatik düşünceleri değiştirmek. Oysa özdeğer, yalnızca zihinsel bir inanç değil, doğrudan sinir sisteminin güven hissiyle iç içe bir duygusal deneyimdir. Çocuklukta bakım verenlerin temas kalitesi, duyguları karşılayış biçimi ve istikrarlı varlığı, özdeğerin ilk temellerini atar. Eğer bu deneyimler güvensiz veya tutarsız ise, çocuk yalnızca zihninde değil, bedeninde de değersizlik hissini kaydeder. Bu kayıt, Polyvagal Teori’nin ifadesiyle kronik bir “tehdit nörocepsiyonu” yaratır: kişi her ortamda tetikte olur, en küçük geribildirimi bile kişisel bir yetersizlik kanıtı gibi algılar.
Sosyal güven duygusu bu noktada kritik bir rol oynar. Stephen Porges’in çalışmalarında ventral vagal sistemin, sosyal bağlanma ve güvenli ilişki kurma kapasitesini düzenlediği gösterilmiştir. Ventral vagal tonus güçlendiğinde kişi yakınlık, yavaşlama ve karşılıklı duygusal temas alanında kalabilir. Ancak özdeğer yarası derinse, bu sistem çoğu zaman tam anlamıyla devreye giremez. Örneğin biri iltifat ettiğinde içten bir sevinç yerine mahcubiyet ya da kuşku yaşanabilir. Veya yakın bir ilişkide güven duyulsa bile, en ufak bir eleştiride taşkınlık veya donma hali tetiklenebilir. Bu durum sıklıkla “ilişkiyi tolere edememek” gibi görünür ama gerçekte sinir sisteminin güvenli bağa uzun süre dayanacak esnekliğe sahip olmamasıdır.
Sosyal güven duygusu, çocuklukta düzenli bir şekilde deneyimlenen “düzenleyici ortaklıklar” ile şekillenir. Yani bir başkasının varlığı, duygusal yoğunluğu tolere etmeye yardımcı olur. Bu deneyim defalarca tekrarlandığında, sinir sistemi “yakınlık = güven” kodunu öğrenir. Bu kod oluşmadığında, erişkinlikte bile yakınlık tehdit algısıyla iç içe kalır. Bunu birçok insan şu cümlelerle ifade eder:— “Ne zaman biri bana yaklaşsa gergin oluyorum.”— “Biri beni överse ya da sevdiğini söylese hemen kötü bir şey olacak sanıyorum.”— “Yakın hissettiğim an hemen uzaklaşmak istiyorum.”Bu örneklerin tamamı, sinir sisteminin sosyal güven kapasitesinin kısıtlı olduğuna işaret eder.
Özdeğer ve sosyal güven, birbirini besleyen bir döngüdür. Özdeğer yükseldikçe sistem daha uzun süre ventral vagal tonusta kalır. Sistem esnek oldukça kişi duygusal temas içinde taşkınlığa kapılmadan kalabilir. Bu deneyimler birikir ve özdeğer daha da pekişir. Tam tersine değersizlik duygusu hâkimse, en küçük sosyal etkileşim bile riskli algılanır, bu da güvenli bağ kapasitesini kısıtlar.
Duygusal regülasyon pratikleri, bu döngüyü dönüştürmede önemli bir destek sunabilir. Düzenli nefes egzersizleri, bedensel farkındalık çalışmaları ve mindfulness temelli uygulamalar, sinir sisteminin esnekliğini artırır. Ancak bunlar tek başına yeterli olmayabilir. Çünkü özdeğer yaraları çoğu zaman ilişki içinde, yani başkasıyla kurulan temasta onarılır. Bu yüzden terapötik ilişki, dostluk, aile üyeleriyle kurulan şefkatli bağlar ya da başka bir insani temas biçimi, regülasyon kapasitesini kalıcılaştıran temel faktörlerdir.
Birçok insan bu süreçte “neden kendimi hâlâ değersiz hissediyorum?” diye hayal kırıklığı yaşar. Oysa değersizlik hissi yalnızca zihinsel bir inanç değil, bedende alarm sinyali yaratan eski bir kodlamadır. Bu kod, utanç dalgalarını ve taşkınlık anlarını sık sık tetikler. Dolayısıyla sinir sistemi regülasyonu, özdeğer kapasitesini büyütmekten ayrı düşünülemez.
Sonuç olarak regülasyon kapasitesi, yalnızca gevşeme tekniklerinin başarısı değil, kişinin kendilik algısının dönüşmesiyle kalıcı hale gelir. Özdeğer yükseldiğinde sosyal güven kapasitesi genişler; sosyal güven genişledikçe sistem daha az tehdit sinyali üretir. Bu döngü zamanla güçlenir ve kişinin hem ilişkisel hem içsel dünyasında daha istikrarlı bir denge yaratır. Bu yüzden regülasyon çalışmalarını teknik repertuardan ibaret görmek yerine, özdeğerin ve anlamın dönüşümünü de kapsayan çok katmanlı bir yolculuk olarak görmek gerekir.
Referanslar:
Schore, A. N. (2001). The Effects of Early Relational Trauma on Right Brain Development, Affect Regulation, and Infant Mental Health. Infant Mental Health Journal, 22(1–2), 201–269.
Porges, S. W. (2011). The Polyvagal Theory. W. W. Norton & Company.
van der Kolk, B. A. (2014). The Body Keeps the Score. Viking.



Yorumlar