top of page

Sinir Sisteminiz Sizi Nasıl Korur? Otonom Sinir Sistemine Giriş

Güncelleme tarihi: 22 Tem

ree

Duygularımızın, davranışlarımızın ve hatta dünya algımızın temeli, bedenimizde sürekli çalışan olağanüstü bir sistemde saklıdır: otonom sinir sistemi. Çoğu zaman yalnızca stres anlarında varlığını hissettiğimiz bu sistem, aslında her an hayatta kalma ihtimallerimizi değerlendirir, bedenimizi ve zihnimizi görünmez bir biçimde yönlendirir. Modern nörobiyoloji araştırmaları, insanın duygusal tepkilerinin yalnızca psikolojik değil, derin bir biyolojik düzene dayandığını ortaya koymaktadır.


Otonom sinir sistemi, istemsiz çalışan ve hayati işlevlerimizi düzenleyen geniş bir sinir ağıdır. Solunum ritminiz, kalp atış hızınız, sindirim süreciniz ya da göz bebeklerinizin büyüyüp küçülmesi çoğu zaman farkına bile varmadığınız şekilde bu sistem tarafından yönetilir. Ancak otonom sinir sisteminin en dikkat çekici özelliklerinden biri, çevredeki tehditleri ve güven sinyallerini sürekli tarayarak sizi hayatta tutacak en uygun yanıtı seçmesidir.


Klasik nörofizyoloji bilgisine göre bu sistem iki ana kola ayrılır: sempatik sinir sistemi ve parasempatik sinir sistemi. Sempatik sinir sistemi, bir tehdit algılandığında devreye girer. Kalp atışlarınız hızlanır, kaslarınız gerilir, nefes alışverişiniz artar. Halk arasında “savaş ya da kaç” olarak bilinen bu tepki, atalarımızın vahşi doğada hayatta kalabilmesini sağlayan temel düzenektir. Tehlike geçtikten sonra parasempatik sinir sistemi dengeyi yeniden kurar. Vücudunuz gevşer, sindirim sistemi normale döner, kalp ritminiz yavaşlar. Bu durum “dinlen ve sindir” modudur.


Ancak Stephen Porges’in geliştirdiği Polyvagal Teori, bu iki kutuplu modelin ötesine geçen bir bakış açısı sunmuştur. Polyvagal Teori, parasempatik sinir sisteminin de iki ayrı yolaktan oluştuğunu ileri sürer. Birincisi, kalp ve akciğerleri düzenleyen ventral vagal kompleks, sosyal etkileşim ve güvenli bağ kurma kapasitesini destekler. İkincisi ise dorsal vagal kompleks, aşırı tehdit durumlarında donma, kapanma ve enerji tasarrufu hali yaratır. Bu yüzden kimi insanlar tehlike karşısında savaşmak yerine donakalır ya da yoğun kopma yaşar. Bu tepki, isteyerek seçilen bir davranış değil, sinir sisteminin otomatik bir hayatta kalma manevrasıdır.


Polyvagal Teori’ye göre insan beyni ve bedeni “ne kadar güvendeyim?” sorusuna saniyenin binde biri hızında yanıtlar üretir. Buna “neuroception” denir; bilinçli farkındalığın çok öncesinde çalışan bir tehdit algılama sürecidir. Örneğin bir ortamın sessizliğini, bir yüz ifadesini ya da ses tonunu fark etmeden bile sinir sisteminiz tehdit ya da güven sinyali olarak işleyebilir. Bu nedenle çoğu tetiklenme, sadece düşünceyle açıklanamaz. Bir insanın “neden bu kadar gerginim bilmiyorum” demesi sık rastlanan bir ifadedir. Gerçekte sisteminiz, bilinç düzeyinde kayda geçmemiş mikro işaretleri tehdit olarak yorumlamış olabilir.


Güvende hissetme kapasitesi büyük ölçüde çocukluk deneyimlerine dayanır. Bir bebek dünyaya geldiğinde sinir sistemi tamamen olgunlaşmamıştır. Düzenli bakım, göz teması, ritmik temas ve şefkatli dokunuş, parasempatik sistemin özellikle ventral vagal kompleksini güçlendirir. Bu kapasite, ilerleyen yaşamda stres karşısında daha esnek kalabilmenin temellerini oluşturur. Allan Schore’un bağlanma nörobiyolojisi çalışmaları, erken dönemde kurulan güvenli ilişki modellerinin sinir sistemi matürasyonu (tolerans penceresinin genişliği, travmadan kaynaklı güvensizlik algısı alarmları) üzerinde kalıcı etkileri olduğunu göstermektedir (Schore, 2001).


Travma sonrası stres bozukluğu veya kompleks travma yaşayan bireylerde bu sistem dengesi zedelenir. Sempatik sistem aşırı tetikte kalabilir ya da dorsal vagal sistem donukluk, kopukluk hissi yaratabilir. Bu nedenle sinir sistemini “yeniden eğitmek” ve esnekliğini geri kazandırmak, travma çalışmalarının en önemli aşamalarından biridir. Nörofizyoloji literatüründe buna “vagal tonus” artırmak denir. Vagal tonus yükseldikçe sistem, tehdit ile güven arasındaki geçişleri daha hızlı ve dengeli yapar. Son yıllarda yapılan araştırmalar, yüksek vagal tonus düzeyinin sadece stres dayanıklılığı değil, aynı zamanda empati ve prososyal davranış eğilimleriyle de ilişkili olduğunu ortaya koymuştur (Kok & Fredrickson, 2010).


Peter Levine’in şu sözü bu sürecin özünü özetler: “Travma, başımıza gelen bir şey değil; başımıza gelen bir şey karşısında içimizde olup bitendir.”


Travmayı ve regülasyonu anlamanın ilk adımı, duygusal tepkilerinizi yalnızca bir zaaf ya da kişisel eksiklik olarak görmekten vazgeçmektir. Sinir sisteminiz, varoluşunuzu korumak için milyonlarca yıldır evrimleşen hassas bir uyarı sistemidir. Bu sistemin dilini tanımak ve onarıcı bir ilişki kurmak, daha istikrarlı ve daha nazik bir iç dengeyi mümkün kılar.


Ek Kaynaklar:

  • Schore, A. N. (2001). The effects of early relational trauma on right brain development, affect regulation, and infant mental health. Infant Mental Health Journal, 22(1-2), 201–269.

  • Kok, B. E., & Fredrickson, B. L. (2010). Upward spirals of the heart: Vagal tone reciprocally and prospectively predicts positive emotions and social connectedness. Biological Psychology, 85(3), 432–436.


Yorumlar


bottom of page