top of page

Sınırlar: Psikodinamik, Bilişsel ve Nörobiyolojik Düzeylerde Benlik, Özerklik ve İlişki Düzenleme - Bölüm 1


ree

Bölüm bölüm yazmakta olduğum Sınırlar serisinin ilk bölümüne hoşgeldiniz.


Bölüm 1 - Sınır Kavramının Çok Katmanlı Doğası: Benliğin Korunması ve Dünyaya Açılım

İnsanın “ben” dediği alan, yalnızca düşüncelerinin değil, sinir sisteminin de bir ürünüdür.Her duyum, her temas, her sözcük, benlik alanının zarına dokunur.Bu zar bazen geçirgendir — dünya içeri alınır, anlamlar taşar.Bazen de sertleşir — kişi geri çekilir, kendi iç sessizliğine sığınır.Psikolojide bu zar, “sınır” olarak adlandırılır.Ama aslında bundan daha fazlasıdır: sınır, varoluşun düzenleyici alanıdır.


Benliğin sınırı: Nerede biterim, öteki nerede başlar?

Freud’un ego kavramı, benliği bir arabulucu yapı olarak tanımlar: dürtüler ve dış dünya arasında sürekli bir müzakere hâli.Ego, yalnızca bastıran değil, denge kuran bir işlevdir.Bu denge bozulduğunda kişi, ya içsel itkilerinin taşkınlığında savrulur ya da dış dünyanın talepleri karşısında donakalır.Bu yüzden “sınır koymak” yalnızca bir davranış değil, benliğin sürekliliğini koruma biçimidir.

Winnicott’un (1953) “holding” kavramı bu süreci ilişkisel düzeyde açıklar.Bebek, annenin duygusal tutarlılığı içinde kendi varlığını güvenle ayırt etmeyi öğrenir.İlk sınır, annenin bedeniyle çocuğun bedeni arasındaki o zarfta doğar.Bu zar — ne tamamen içe kapanan, ne de bütünüyle eriyen — tam da tutan ama boğmayan bir yapıdır.Yetişkinlikte sınır dediğimiz şey, işte bu erken deneyimin içselleşmiş biçimidir.


Davranış ve öğrenme: “Hayır” diyebilmenin sinir sistemi altyapısı

Bilişsel davranışçı yaklaşımlar, sınırların öğrenilmiş inanç sistemlerinden beslendiğini söyler.Bir çocuk, “Herkesi mutlu edersem sevilirim” gibi bir inanç geliştirdiğinde, beyni “hayır” demenin tehlike olduğunu öğrenir.Bu yalnızca bilişsel bir yanlış inanç değildir; biyolojik bir kayıttır.Her “hayır” denemesinde sempatik sistem uyarılır, kalp atışı hızlanır, eller terler.Kişi farkında olmadan, kendi özerkliğini tehdit olarak algılar.Oysa sınır koymak, savaş değil; sinir sisteminde dengeyi yeniden kurma eylemidir.

Linehan’ın (1993) diyalektik davranış terapisi, sınır koymayı “kişilerarası etkililik” olarak tanımlar:İlişkiyi koparmadan kendi alanını koruyabilmek.Bu denge, hem davranışsal beceri hem de içsel düzenleme gerektirir.Biri eksik olduğunda sınır, ya saldırganlığa ya da teslimiyete dönüşür.


Nörobiyolojik temel: Bedenin sınırı, zihnin sınırı

Son yirmi yılda nörobilim, sınır deneyimini bedensel farkındalıkla ilişkilendirmeye başladı.Craig (2009), insula korteksinin beden duyumlarını haritalayarak “benlik hissi” oluşturduğunu;Porges (2011) ise sosyal güvenlik hissinin vagal tonusla bağlantılı olduğunu göstermiştir.Yani sınır koymak, yalnızca psikolojik bir eylem değil, fizyolojik bir kapasitedir.

Beden, tehdit algıladığında sınırları sertleştirir.Kas tonusu artar, nefes yüzeyselleşir, yüz kasları “savunma maskesi”ne bürünür.Vagus siniri, güven sinyali alabildiğinde ise sistem gevşer, sınırlar geçirgenleşir.Bu nedenle “bedenle bağ” kaybolduğunda sınırlar da bulanıklaşır; kişi hem zihinsel hem fiziksel anlamda “taşar”.


Modern çağın sınır erozyonu

Günümüzde psikolojik sınır ihlali çoğu zaman fark edilmez.Sürekli çevrimiçi olmak, kişisel alanın coğrafyasını silmiştir.Telefon bildirimleri, sosyal medya mesajları, iş–özel yaşam arasındaki akış, zihnin hiçbir zaman kapanmamasına yol açar.Bu durum, sinir sisteminde kronik bir uyarılmışlık yaratır: birey, her an “erişilebilir” olmanın baskısıyla yaşar.Klinik düzeyde bu durum, tükenmişlik, dissosiyasyon ve “görülmeme” duygusu olarak geri döner.Sınır ihlali artık yalnızca kişilerarası değil; zamansal ve nörofizyolojik bir meseledir.


Sınır bir duvar değil, nefes alan bir zar

Psikodinamik açıdan sınır, benlik bütünlüğünün koruyucusudur;bilişsel açıdan öğrenilmiş bir davranış örüntüsüdür;nörobiyolojik açıdan ise bedenin regülasyon kapasitesidir.Tüm bu düzeyleri birleştirdiğimizde ortaya şu gerçek çıkar:Sınır, duvar değil, yaşayan bir zar gibidir.Korur ama geçirir; ayırır ama ilişkiyi mümkün kılar.Ne kadar sağlam olduğu değil, ne kadar esnek olduğu belirler ruhsal sağlığı.

Sınırlar sağlıklı olduğunda kişi, hem kendi alanını korur hem de başkalarıyla gerçek temas kurabilir.Bu durumda “ilişki” artık fedakârlık ya da savunma değil, karşılıklı regülasyon hâline gelir.Ve insan, o zaman hem kendini hem dünyayı taşımaya gücü yeter bir varlık olur.


Kaynakça (Bölüm 1)

Craig, A. D. (2009). How do you feel—now? Nature Reviews Neuroscience, 10(1), 59–70.

Freud, S. (1923). The Ego and the Id. Standard Edition 19.

Linehan, M. M. (1993). Cognitive-Behavioral Treatment of Borderline Personality Disorder. 

Guilford Press.Porges, S. W. (2011). The Polyvagal Theory. 

Norton.Winnicott, D. W. (1953). Transitional objects and transitional phenomena. Int. J. Psycho-Anal., 34, 89–97.


Neden Bu Seriyi Hazırladım?

Bu yazı dizisi, yalnızca psikolojik bir kavramı açıklamak için değil, bir dönemsel ihtiyaca karşılık vermek için doğdu.Bugün sınırlar, bireysel bir beceriden çok, kolektif bir iyileşme alanına dönüşmüş durumda.İlişki biçimlerimiz, hız ve erişilebilirlik çağında çözülürken, “ben” ile “öteki” arasındaki mesafe ya daralıyor ya da tamamen yok oluyor.İnsanın öz-değerini, bedensel güvenliğini ve duygusal tutarlılığını koruyabilmesi artık yalnızca psikoterapi konusu değil; toplumsal bir bilinç meselesi.


Bu seri, sınır kavramını yüzeysel “hayır demek” tanımlarının ötesine taşıyarak, onun psikodinamik derinliğini, bilişsel öğrenme kalıplarını ve nörobiyolojik temelini anlamayı amaçlıyor. Çünkü sınırlar, yalnızca ilişkileri düzenlemez; benliğin enerji alanını da şekillendirir.İnsanın “kendi içinde kalabilme” kapasitesi, içsel sessizlik kadar, sinir sistemi dayanıklılığıyla da ilgilidir.

Bu seride, sınır kavramını farklı düzlemlerde ele alacağım: erken dönem ilişkilerden sinir sistemi regülasyonuna, davranış örüntülerinden duygusal güvenliğe kadar. Ama tüm bölümler aynı eksende buluşacak: Benlik, özerklik ve ilişki arasındaki denge.


Bir sonraki bölümde, sınırın gelişimsel kökenine — annenin kucağında, temasın tonunda ve güven hissinin ilk doğuşunda şekillenen o ince hatta — bakacağız.Orada, sınırın yalnızca psikolojik değil, varoluşsal bir ihtiyaç olduğunu birlikte açacağız.


Yorumlar


bottom of page