Sınırlar: Psikodinamik, Bilişsel ve Nörobiyolojik Düzeylerde Benlik, Özerklik ve İlişki Düzenleme - Bölüm 2
- Zeynep Ağartan

- 15 Eki
- 3 dakikada okunur
BÖLÜM 2. Sınırın Gelişimsel Kökleri ve Erken İlişki Dinamikleri

İnsanın sınır kapasitesi doğuştan gelmez; ilişkisel olarak öğrenilir.Bebek, kendi iç duyumlarını düzenleme becerisini, bakım verenin sinir sistemi aracılığıyla geliştirir.Başka bir deyişle: kendini tutmayı, önce tutulmakla öğrenir.
Tutulmak ve ayrışmak
Winnicott’un (1953) “holding environment” kavramı, benliğin ilk sınırını tarif eder.Annenin kucağı, yalnızca bir fiziksel destek değil; çocuğun varlık hissini şekillendiren duygusal bir alanıdır.Bebek ağladığında annenin yüzündeki mimik, ses tonundaki ritim, kaslarının yumuşaklığı — hepsi bebeğin sinir sistemine güvenlik sinyali gönderir.Bu güvenlik hissi, beyinde ventral vagal kompleks aracılığıyla kodlanır; yani beden düzeyinde “ben güvendeyim” mesajı alınır.
Bu durumda bebek, hem kendini hem ötekini ayırt etmeye başlar.Çünkü ancak güven içinde olan bir sistem, farkı tolere edebilir.Ayrışmak, ancak tutulduğunda mümkündür.Eğer tutan eller titrek, tutarlılık kesintiliyse, çocuk kendini kaybetmemek için ötekiyle birleşir;bu birleşme, ilerleyen yaşlarda sınır geçirgenliğinin nöropsikolojik kökenine dönüşür.
Ritmin psikolojisi
Bir annenin sesiyle bebeğin kalp atışı, belli bir süre eşzamanlı akar.Sesi sakinleştiğinde, bebeğin kalp ritmi yavaşlar.Bu, sadece duygusal değil, biyolojik senkronizasyondur.Schore (2012), bu etkileşimi “sağ beyin–sağ beyin iletişimi” olarak adlandırır.İki sinir sistemi arasındaki bu sessiz diyalog, duygusal regülasyonun öncülüdür.Yani anne, çocuğa sadece süt değil, ritmik denge verir.Bu denge, ileride kişinin stres karşısında kendi sinir sistemini yatıştırabilme kapasitesine dönüşür.
Tutarlı bir ritimle büyüyen birey, içsel sınırını da ritmik olarak kurar:ne tamamen kapanır, ne de sürekli taşar.Duygular gelir, hissedilir ve sistem dengede kalır.Ama eğer ritim kesilirse — bakım tutarsız, temas bazen sıcak bazen soğuksa — çocuk, “dünyaya güven olmaz” kodunu oluşturur.Bu, hipervijilansın, yani aşırı tetikte olma hâlinin tohumudur.
Bağlanma stilleri ve sınır biçimleri
Bağlanma teorisi, bu erken deneyimlerin yetişkin ilişkilerine yansımasını açıklar.Bowlby (1969), güvenli bağlanmayı “yaklaşma ve keşif arasında denge” olarak tanımlar.Güvenli bağlanmış birey, ilişkide hem yakınlığı hem de kendi alanını koruyabilir.Kaygılı bağlanan kişi, sınırları geçirgenleştirir — öteki olmadan var olamayacağını hisseder.Kaçıngan bağlanan ise sınırlarını katılaştırır — ilişkiyi potansiyel tehdit olarak kodlar.Her iki durumda da benlik, ötekiyle kurduğu mesafeyi dengeleyemez.Dolayısıyla sınır, bağlanma güvenliğinin bedensel izdüşümüdür.
Travma ve tutarsız temasın etkisi
Travmatik bağlanma deneyimlerinde sınır sistemi çöker.Anne bazen aşırı müdahil, bazen tamamen uzaksa çocuk, öngörülemez bir duygusal iklimde yaşar.Bu, sinir sisteminde “çift yönlü kodlama” yaratır: hem yaklaşmak ister hem kaçar.Sonuçta ortaya çıkan model, “yakınlaş–kaç” döngüsüdür — yetişkinlikte toksik ilişkilerin ve duygusal tükenmişliğin temelinde bu vardır.Beden bu durumda hep iki sinyal arasında kalır: yaklaş = güven / yaklaş = tehlike.Bu çelişki, sınır bütünlüğünü biyolojik düzeyde parçalar.
Bu nedenle travma sonrası sınır koyma, yalnızca zihinsel farkındalıkla değil, sinir sistemi yeniden eğitimiyle mümkündür.Bedenin tekrar güven hissine ulaşması, sınır kapasitesinin yeniden inşası anlamına gelir.
Sınırın duygusal doğası
Birçok yetişkin “hayır” diyemediğinde, aslında reddedilmekten değil, kopmaktan korkar.Bu korku, erken dönemde “bağ kopması = hayatta kalamama” olarak kodlanmıştır.Oysa olgun sınır, kopuş değil; bağ içinde bireyleşme kapasitesidir.Sağlıklı sınırlar, yalnız kalmayı değil, yalnızken de bağlı kalabilmeyi öğretir.Bu, hem psikodinamik hem nörobiyolojik olarak en olgun denge hâlidir:“Bağlantıda kalırken kendini kaybetmemek.”
Sonuç ve geçiş
Erken dönem ilişkilerde kurulmuş bu sınır haritası, ilerleyen yaşamda kişinin hem sevgiyi hem otoriteyi algılama biçimini belirler.Kimi sevgiyle boğulur, kimi yakınlıktan kaçar.Ama her durumda mesele aynıdır: dünyayla temas kurarken var kalabilmek.
Bu serinin ikinci bölümünde, sınırın gelişimsel doğasını anlamaya çalıştık.Bir sonraki bölümde, sınırların nasıl bilişsel düzeyde öğrenilmiş kalıplara dönüştüğünü;“hayır” demenin neden bazı sinir sistemleri için bir tehdit kodu olduğunu inceleyeceğiz.
Kaynakça (Bölüm 2)
Bowlby, J. (1969). Attachment and Loss, Vol. 1. Basic Books.Schore,
A. N. (2012). The Science of the Art of Psychotherapy.
Norton.Winnicott, D. W. (1953). Transitional objects and transitional phenomena. Int. J. Psycho-Anal., 34, 89–97.

Yorumlar