Travmanın Bedenle Başlayan Ama Orada Bitmeyen Hikâyesi
- Zeynep Ağartan

- 14 Tem
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 22 Tem

Travma çoğu zaman zihinde tekrar eden görüntüler, yoğun korku anıları ya da kabuslar olarak tanımlanır. Oysa çağdaş psikofizyoloji literatürü, travmanın esas olarak organizmanın bütüncül bir alarm sistemi tarafından kaydedildiğini ortaya koymaktadır. Travma yalnızca zihinsel bir anlatı değil, sinir sisteminin belleğine kazınmış bir deneyimdir. Bu nedenle travmanın çözümü de çoğu zaman yalnızca “anlatmak” ile tamamlanamaz.
Bir insan tehdit algıladığında, beynin limbik sistemindeki amigdala milisaniyeler içinde alarm verir. Hipotalamus-hipofiz-adrenal (HPA) aksı aktive olur, adrenalin ve kortizol salgılanır, kalp hızı artar, kas tonusu yükselir. Organizma kaçmak, savaşmak ya da donmak için hazırlanır. Eğer kaçış veya mücadele mümkün olmazsa, bu yüksek uyarılma düzeyi tamamlanamamış bir şekilde sistemde tutulur. Peter Levine’in ifadesiyle, “Travma, başınıza gelen bir olay değil, o olaya verdiğiniz yanıttır.”
Bu perspektif, travmanın neden uzun yıllar sonra bile tetiklenebildiğini açıklar. Beyindeki amigdala, hipokampus ve prefrontal korteks arasındaki işlevsel dengede kalıcı değişiklikler oluşur. Joseph LeDoux’un deneyleri, tehdit hafızasının korteksten bağımsız olarak amigdala düzeyinde kodlandığını göstermiştir. Yani kişi olayı hatırlamak zorunda kalmadan da bedensel alarm sistemini yeniden devreye sokabilir.
Polyvagal Teori, travmatik anlarda yalnızca sempatik aktivasyon (savaş/kaç) değil, aynı zamanda dorsal vagal kompleks (donma/kapanma) devreye girdiğini vurgular. Bu yüzden bazı insanlar tehlike karşısında donukluk, uyuşma, disosiyasyon yaşar. Bu fizyolojik kapatılma hali çoğu zaman yanlış biçimde “duygusuzluk” ya da “soğukkanlılık” zannedilir.
Travmanın bedende yaşadığı fikri, özellikle somatik terapilerde sıklıkla vurgulanır. Somatic Experiencing, Sensorimotor Therapy ve benzeri yaklaşımlar, sinir sistemi regülasyonunu hedefler. Ancak burada önemli bir hatırlatma yapmak gerekir: Bu yöntemler travmanın tek çözümü değildir. Ayrıca travmanın yalnızca “bedeni düzenlemek” yoluyla tamamen sağaltılabileceği iddiası, hem araştırmalar hem de klinik deneyim tarafından desteklenmemektedir. Travma çok boyutlu bir süreçtir; nörobiyolojik bileşenleri kadar psikodinamik, bağlanma temelli ve sosyal bağlam bileşenlerini de içerir.
Birçok vakada, özellikle karmaşık gelişimsel travmalarda, uzun süreli psikoterapi, ilişkisel onarım süreçleri, bazı vakalarda ilaç desteği ve mutlaka destekleyici sosyal ağlar, şimdiye kadarki literatürde iyileşme süreçlerinin kritik parçalarıdır. Allan Schore’un bağlanma nörobiyolojisi çalışmaları, erken dönem ihmal ve duygusal kopukluğun sağ hemisfer gelişimini etkilediğini ve ilerleyen yaşamda regülasyon kapasitesini kalıcı biçimde zayıflattığını göstermektedir. Bu nedenle travmayı yalnızca bir beden refleksi olarak anlamak eksik kalır.
Nörofizyolojik düzeyde travmanın izi pek çok katmanda tutulur. Sempatik sistemin hiperarousal hali (taşikardi, gerginlik, uyaran hassasiyeti) ile dorsal vagal hiporarousal hali (donukluk, yorgunluk, kopukluk) birbiriyle nöbetleşe çalışabilir. Bu nedenle bir kişi gün içinde değişen pencerelerde hareket eder. Bu dinamik “pendülasyon”, travmanın çözümünde sık kullanılan bir terimdir. Ancak pendülasyonun kendiliğinden gelişmesi için yalnızca bedene odaklanmak çoğu zaman yeterli değildir. Travmanın yarattığı anlam krizleri, kimlik yaraları ve güven kaybı da eşzamanlı olarak çalışılmalıdır.
Son yıllarda yapılan araştırmalar, kalp atışı değişkenliği (HRV) ölçümlerinin vagal tonusun düzenleyici kapasitesini yansıttığını göstermiştir. Düşük HRV düzeyi, travma sonrası stres bozukluğu ve kronik stresle ilişkilidir (Thayer & Lane, 2000). Kişinin nefes alışkanlıklarına bakılmaksızın, "1000'de 1 bulunan bir kalp rahatsızlığı" teşhisi konulabilmekteyken, bu bireylerin büyük bir kısmının, nefes tutma alışkanlıkları düzenlense kalple ilgili sanılan sorunların aslında doğru nefes tekniği ile nefes almadıklarından dolayı olduğunu görülür. Bu bilgiyi, spor eğitmeniyken, günde ortalama 60 kişiyi koşu bandında ağzı kapalı yürürken gördüğüm dönemlerde edindim. İnsanlar hareket ederken çoğunlukla nefesini tutar ve doktorlar eforlu test bile yapsalar nefes tekniğinde bozukluk ölçümü yapmaz, her rahatsızlık ölçümün yapıldığı organ olan kalbe bağlanır. Spor salonunda çalıştığım dönemde, her gün en az bir kişi, nadir bir kalp rahatsızlığı teşhisi olduğunu söylüyordu. Oysa o kişi, ağzı kapalı ve nefesini tutarak yürüyordu ve nefes alışkanlıkları düzenlenince hemen şikayetleri de düzenleniyordu. Bunu da buradan hatırlatıyorum, taşikardi veya nadir/nedeni bulunamayan kalp rahatsızlıkları teşhislerinde, nefes alışını değerlendirmek önceliklendirilmelidir.
Ancak kalp atışı değişkenliğini, yani HRV’yi artırmak dahi iyileşmenin tek göstergesi sayılamaz. Çünkü regülasyon kapasitesi gelişse bile kişinin yaşamına dair inanç sistemleri, duygusal bağlantı kapasiteleri ve özdeğer algısı dönüşmeden kalıcı bir rahatlama elde edilemeyebilir.
Travmanın çözümüne yönelik yöntemler geniş bir yelpazeye yayılır: bilişsel-davranışçı terapi, psikodinamik terapi, şema terapi, somatik yaklaşımlar, bağlanma temelli terapiler. Bu yöntemlerin her biri travmanın farklı boyutlarına dokunur. Dolayısıyla sinir sistemini düzenlemek önemli bir kapıdır; ancak çoğu zaman tek başına yeterli bir yol değildir.
Travmanın bedende yaşaması, bu deneyimin anlatılamayacak kadar köklü bir yönü olduğu anlamına gelir. Beden travmanın tanığıdır, evet; fakat anlamın, bağın ve öznelliğin de dahil olduğu çok katmanlı bir iyileşme alanı vardır. En derin dönüşüm, bu katmanların hepsine saygıyla yaklaşan bir perspektiften doğar.
Kaynaklar:
LeDoux, J. (1996). The Emotional Brain: The Mysterious Underpinnings of Emotional Life. Simon & Schuster.
Schore, A. N. (2001). The effects of early relational trauma on right brain development, affect regulation, and infant mental health. Infant Mental Health Journal, 22(1–2), 201–269.
Thayer, J. F., & Lane, R. D. (2000). A model of neurovisceral integration in emotion regulation and dysregulation. Journal of Affective Disorders, 61(3), 201–216.
Porges, S. W. (2011). The Polyvagal Theory: Neurophysiological Foundations of Emotions, Attachment, Communication, and Self-regulation. W. W. Norton & Company.



Yorumlar